1 Aralık 2012 Cumartesi

Bazı günler...

Bazı günler metrobüsün, tramvayın, metronun, vapurun ya da şehrin en kalabalık caddelerinin ve en meskun semtlerinin insanın ruhunu içine çekip boşluklardan savuran birer kara delikten farkı olmasa da, bugün, dışarıdaki iç karartıcı bulutlara rağmen, kendimi çocukluk yıllarımda yaz gecelerinde uzak çalılıklardan gelen kurbağa vıraklamaları eşliğinde gökyüzünde dizilmiş yıldızlarla misket oynadığım zamanlardaki kadar güçlü ve neşeli hissediyorum...

1 Ekim 2012 Pazartesi

Kim Bilir Belki De Hüzün Yanılsamadır

Deniz kokusunun, çayın ve karanlık bir gecede yağan bembeyaz karın hüznü giderdiği elbette yanılsamadır. Kim bilir belki de hüzün yanılsamadır.Ya da kim bilir belki birbirini sönümleyip duran geçici mutluluklar-mutsuzluklar yanılsamalardan ibarettir. Ya da belki de bilge ve mütakki insan Muhammed İkbal'in dediği  gibi hüzün ve ıstırap, tüm hayatını müşahade edebilmesi için insana verilmiş ilahi bir hediyedir. Ki Puslu Kıtalar Atlası'nda Uzun İhsan Efendi demiyor muydu, yaşananlar ne kadar acı olursa olsun en büyük mutluluk bu dünyanın şahidi olmaktır diye.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Kalblerimizi Sevelim

Gururlanmıyorum, koltuklarım da kabarmıyor. Üstüne basa basa söylemek istiyorum: Boş mezar bulduğunda içinde yatacak kadar pragmatist olduğun zamanlarda bile benim için türlü fedakarlıklar yapmaktan çekinmeyişinden, meteliğe kurşun attığın zamanlarda bile almayı isteyip de param yetmediği için alamadığım kitabın kalan beş lirasını ödeyişinden  ('ama kitabı ben de okurum' da demiştin),  ya da örneğin bir vakit ayrı şehirlerdeyken yanına geldiğimde trene verdiğim bilet parasını ödemeyi isteyecek kadar beni özlemiş olmandan, yani kısacası beni seviyor, bana değer veriyor oluşundan kesinlikle ve kesinlikle yüce gönüllülüğüne, civanmertliğine, alicenap ve kerem sahibi oluşuna hiçbir şekilde pay çıkaramıyorum. Hayır bu sıfatların hepsi karakterinin  köşelerinde yer edinmiş olabilir, buna itirazım yok. Ve daha fazla vurgulayarak söylemem gereken başka şey ise bu durumdan kendi benliğime ya da egomu tatmin edecek başka özelliklerime de pay çıkarmıyorum. Bütün sevgilerin ve ondan müteşekkil güzelliklerin payını kalbine ve kalbime ayırıyorum çünkü. Kalblerimizi sevelim.

30 Haziran 2012 Cumartesi

Belki De Susmak Gerçeği Anlatmanın Tek Yoluydu*

                                                                                                                                                               
Entarisi suratından akan kanla kırmızıya boyanmış delikanlıyı, yalınayak ve başı açık Eflatun'u görünce mevlevilerin şeyhi, canları yatıştırmak istercesine ellerini kaldırdı. Zikir kesilince diğerleri biraz afalladılar. Bu insanları rahatsız ettiğini düşünüp utanan Eflatun çekinerek, sikkesine destar sarmış şeyhe sordu:
''Beni affedin efendim, bir yanlış anlama da olabilir ama, beni siz mi çağırdınız, bana siz mi 'Gel' dediniz?''
Eflatun'u tepeden tırnağa süzen şeyh ona şu cevabı verdi:
''Biz insanlara 'Gel' diyenlerdeniz. Doğru yere geldin.''
Sevince kapılan eflatun, kendisine gülümseyen şeyhe şu soruyu sordu:
''Peki beni niye çağırdınız? Bir emriniz, bir ihtiyacınız mı var?''
Gözlerinin içi gülen şeyh, usül gereği  kalkmadan önce yeri öptü ve ''Evet.'' dedi. ''Senin temiz kalbine ihtiyacımız var. Bazıları var ki buraya gelir ve huzur bulur, yine bazıları var ki buraya gelir ve biz onda huzur buluruz.''

İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar'ını yaklaşık bir buçuk yıl aradan sonra o kadar yoğunluk arasında sıkılmadan,yorulmadan ve iştiyakla bir kez daha okudum. İstanbul'un, daha doğrusu Konstantiniyye'nin masalsı dünyasındaki naif ve ilginç, aslında  bir o kadar da tanıdık karakterleri arasında geçen enfes olay örgüsünün arasına yerleştirilmiş felsefi yorumların, tasvirlerin, ironilerin tadına doyum olmuyor. 

Evden dışarı çıkması yasaklanmış, saf ve temiz kalpli, cinler ve periler aleminde yaşayan bir meczuptan farkı olamayan Eflatun adlı çocuğun,bir gün evde kimse yokken kendisini çağıran bir ses işitip, bu sesin kaynağını bulmak için dışarı çıkıp sokak sokak dolaşırken türlü insanlarla ve olaylarla karşılaşmasını, sırasıyla yedi kişiyi kendisini çağıran sesin sahibi olarak düşünüp yanılışını, en sonunda bir kayıkla Eminönü tarafından Galata'ya geçişini ve kendisini Galata Mevlevihanesinde buluşunu tasvir eden bölüme bir kez daha hayran kaldım.

Aslında bu bölüm, insanın hakikati, aşkı, yani Allah'ı bulmaya çalışırken hayatında yaşadığı yanılgılar serüvenini çağrıştırıyor. Kitapta daha bir çok güzel söz ve diyalog var elbet ama sanırım Galata Mevlevihane Şeyhi İbrahim Dede Efendi'nin söylediği söz de kolay kolay unutulmayacaklar arasında:
''Kusur benim imzamdır. Bir ismin olduğu sürece bir kusurum olacak ve olmalı.'' 
Ve tabi kitabın son cümlesi:
''Belki de susmak gerçeği anlatmanın tek yoluydu.''

Not: Eflatun'u anlatan yukarıdaki karikatür, Notos dergisinde yayımlanmıştı.

Tabii ben de bulabildiğim ilk fırsatta Galata mevlevihanesini, mevlevihane müzesini ve 'susmuşlar yerini' ziyaret ettim. 






15 Haziran 2012 Cuma

Kar

 mutluluk diyordum kendi kendime, mutluluk…
 uzak durup gamzelerine uzanan kıvrımlı ve kurgulu yollardan
 yani peşinden koşmadan mutluluğun
 bir söğüt gölgesinde oturup dinlenerek sevmektir seni..
 diyordum demesine fakat fark etmiyordu
 yahut fark etmezden geliyordu
 karlı bir yolculukla sürüklenirken bu ücra kente yaşlı bir magirüsle
 yanımdaki yabancının omzunda salınan uykulu utangaç başım.
 ve kendimi alamıyordum 
 bulunma ihtimalinin olduğu karlı sokaklarda yürümekten.

 kar yağıyordu ve ben,
 kedere perva etmeyen adımlarla yürüyordum sokaklarda.
 çünkü en mahzun halimde bile
 kadere ve kedere perva etmeyen yanıma alışkınım yıllardır.
 zaten hüzün bembeyazdı bu karlı sokaklarda.
 kahvehanelerde bir bardak çayla hayata tutunmaya çalışan
 yorgun, mütebessim, vakur,
 umut bekleyen çeşit çeşit yüzlerin
 ya da bir akşamüstü demledikleri çayların sıcaklığında umutlarını ısıtamayan
 intihara meyilli genç kızların hüznü, bembeyazdı içimde. 
 kar yağıyordu ve ben,
 kedere perva etmeyen adımlarla yürüyordum sokaklarda.

 bir akşam vakti aniden vakar çöker şehre.
 kemalist, laikçi, militarist tiyatrocuların uygarlık misyonu
 katleder genç İslamcıları bir tiyatro sahnesinde.
 yürümek yasaktır şimdi sokaklarda 
 ve ne kadar yağsa da kar yakıcıdır hüzün.
 şimdi kimim ben? Öylece, tam ortasında kalakaldım
 islamcıların, milliyetçilerin, Kemalistlerin, askerlerin ve tarikatçıların.
 şimdi daha da yalnızım ve seni daha çok seviyorum.

 kendim olmak için kendimden soyutlayarak kendimi
 acemice kırıp döktüm bütün aidiyet bağlarımı.
 mahallemden, şehrimden ve ülkemden, ideolojilerden
 savunduğum fikirlerden ve anti-fikirlerden
 ve aidiyet bağım olduğunda bana huzur verecek
 daha birçok şeyden soyutlanışım
 hep kendim olmak içindi.
 kendim olmak isterken hiç kimse
 yani daha doğrusu seni seven mülteci şairden başka hiç kimse olamadım.
 ondandır senden ayrı kalınca beni saran bu umarsız yalnızlığım.
 ondandır kar yağışını seyrederken odamın penceresinden
 seni aklımdan çıkaramayışım.
  **
 oysa benimle gelmek için hazırlamıştın bavulunu.
 ama sensiz ve neşesiz bir trenle ayrılıyorum bu şehirden.
 şimdi ne kadar yağsa da kar, yakıcıdır hüzün. 


18 Mart 2012 Pazar

Ey Musibetim Anında Ümidim

Ne kalbimin marifetidir aşk,
Ne de esrarlıdır gözleri yarin.
Sanadır ve senindir
Gönlümdeki bütün bu sanat.

Sen, barbarlığından kaçarken nefsimin
Tutunduğum sevgi dolu sonsuz bir hayatsın.
Yanılgı yanılgı ulaştığım hakikat,
Yanılmadan yaşadığım tek aşksın.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Hayat Tevafukları Sever

Birbirinden ayrı çok sayıda tesadüf birleşerek tamamen farklı bir tevafuk meydana getirebilirler mi? Sanırım bugün bu soruya cevap olabilecek bir olay yaşadım. Yakın zaman önce İstanbul'da iş buldum ve  çalışmaya başladım. Geçen cumartesi işteyken, hiç hesapta yokken işverenim geldi ve bir proje için benden pazartesi, yani bugün, Karaköy'de perşembe pazarından uygun manometre bakmamı istedi. Bugün sabah uyanır uyanmaz perşembe pazarının yolunu tuttum. Aradığımı bulmak için birçok dükkan dolandım, bir çok iş merkezine girip girmeme konusunda kararsızlıklar yaşadım ama en sonunda Necati bey caddesinde uygun bir iki örnek buldum. Çalıştığım Şirket  Havalimanında, işe gitmek  için Kabataş-Bağcılar hattından Aksaray metrosunda aktarma yapıp gidecektim. Karaköy durağında bekleyen tramwaya binecektim ki büfeden bir şeyler almak için bekleyip sonraki tramwayı bindim. Aksarayda inip metroya doğru epey yol almıştım, son anda Aksaray'da resmi bir kurumdan yapmam gereken bir iş olduğunu hatırlayıp, haftaiçi başka fırsat bulmam,bari işimi halledeyim diyerekten geri döndüm. İşimi hallettim. Metro istasyonua girip, bekleyen iki metrodan soldakine bindim rastgele. İlk vagona binecektim ki tamamen anlamsız bir hisle ikinci vagona girdim. Biraz ilerledim. Boş bulduğum değil de içimden gelen bir koltuğa oturdum. Tam karşımda bu şehirden bin km uzakta bir lisede birlikte okuduğumuz, yedi yıldır görüşmediğim lise arkadaşımı gördüm. Sormadım ama muhtemelen arkadaşımın da o metroya binene kadar seçimlediği bir küçük hikayesi vardır.

5 Şubat 2012 Pazar

Kanıksanmamış His

Büyüyorum, sanki sıradanlaşıyor her şey.
Büyüyorum, alışıyorum sensizliğe.
Yaşamak... sulusepkenli bir gecede
su geçiren ayakkabılarla çamurlu bir yolda
saatlerce ve bilinçsizce yürür gibi.
Yaşamak... oturup dinlenmeden zamanın kıyısında
fikirlerim yaşlanır, hislerim çürür gibi.
Alışıyorum düştükten sonra kalkmaya..
Kaybetsem bile bavulumu mesela
şehirlerarası otobüs yolculuğunda
olgunlukla karşılıyorum
hatıralarla yüklü bir bavul olsa da.
Yılların sabrıyla kazanılmış olsalar bile
en anlık sevinçler sanki sıradan,
sanki geçmişte bir benzeri yaşanmış gibi.
Alışıyorum büyüdükçe sensizliğe
ancak alışmadıklarım da var hala,
kanıksayamadığım hislerim her seferinde…
Mesela kuş sesleri
güneşli bir bahar sabahında,
mesela yağarken bir kırkikindi yağmuru
gözlerini hatırlayışım toprağın kokusunda,
o an seni sevmek gözlerimi kapadığımda;
hala tanımlanmamış
hala sıradanlaşmamış
hala alışılmamış
hala heyecan dolu, hala taptaze,
öylece duruyor yüreğimde, her seferinde. 

18 Ocak 2012 Çarşamba

Hep İsyanla Yaşayacağız

















''Eğer biri sana özgürlük verirse bu özgürlük değildir. Özgürük senin elde etmen gereken bir şeydir.'' Jose Dolores

--------
Doğduk, tarihten kalma bir yenilginin tam ortasında
Kirli ve kızılca akan bir nehrin kıyısında.
Ne olduğunu anlamadan
Daha sağımıza solumuza bakamadan
Sürükleyip götürdüler bizi
Ellerimizde ayakarımızda zincirler..
Bütün ucube, eğreti fikirlerle
Örümcek ağı gibi sarıp sarmalayıp etrafımızı
Bizi sindirdiler.

Oysa hürdük ve bağımsızdık aslında
Kör bıçak misali ideolojilerle
Zihinlere çiziktirilmiş fikirlerden
Bölünmüş coğrafyalara yüklenmiş anlamlardan
Bizi öteki-beriki yapan sistemlerden.

Açınca mil çekilmiş gözlerimizi
Ürkek, gizli, çekingen bir isyanla
Gördük; birileri aç kalıyordu
Daha fazla, daha fazla doymak için birileri.
Birilerinin ölmesiyle ancak
Daha fazla ömür sahibi oluyordu birileri.

Doğduk, tarihten kalma bir zulmün tam ortasında
Cinayetlerin kanıksandığı coğrafyaların bağrında

Doğduk, kazanmadan yaşayacağız.
Kazanacağız belki, ama kendi küçük dünyamızdan
Taşmayacak galibiyetimiz.
Doğduk, kendi küçük dünyamızda
Hep isyanla yaşayacağız!
***
üstteki kare Quimada filminden

1 Ocak 2012 Pazar

Yabancı Ama Tanıdık Ses

Bu yollardan ilk defa yürüyorum,
Bu ağaçları, bu evleri ilk defa görüyorum,
Burnuma böyle bir koku gelmemişti daha önce.
Hiç bilmediğim bir ülkedeyim.
Ve fakat yabancısı değilim buranın,
Bu sesin beni sürüklediği diyarın.