30 Haziran 2012 Cumartesi

Belki De Susmak Gerçeği Anlatmanın Tek Yoluydu*

                                                                                                                                                               
Entarisi suratından akan kanla kırmızıya boyanmış delikanlıyı, yalınayak ve başı açık Eflatun'u görünce mevlevilerin şeyhi, canları yatıştırmak istercesine ellerini kaldırdı. Zikir kesilince diğerleri biraz afalladılar. Bu insanları rahatsız ettiğini düşünüp utanan Eflatun çekinerek, sikkesine destar sarmış şeyhe sordu:
''Beni affedin efendim, bir yanlış anlama da olabilir ama, beni siz mi çağırdınız, bana siz mi 'Gel' dediniz?''
Eflatun'u tepeden tırnağa süzen şeyh ona şu cevabı verdi:
''Biz insanlara 'Gel' diyenlerdeniz. Doğru yere geldin.''
Sevince kapılan eflatun, kendisine gülümseyen şeyhe şu soruyu sordu:
''Peki beni niye çağırdınız? Bir emriniz, bir ihtiyacınız mı var?''
Gözlerinin içi gülen şeyh, usül gereği  kalkmadan önce yeri öptü ve ''Evet.'' dedi. ''Senin temiz kalbine ihtiyacımız var. Bazıları var ki buraya gelir ve huzur bulur, yine bazıları var ki buraya gelir ve biz onda huzur buluruz.''

İhsan Oktay Anar'ın Suskunlar'ını yaklaşık bir buçuk yıl aradan sonra o kadar yoğunluk arasında sıkılmadan,yorulmadan ve iştiyakla bir kez daha okudum. İstanbul'un, daha doğrusu Konstantiniyye'nin masalsı dünyasındaki naif ve ilginç, aslında  bir o kadar da tanıdık karakterleri arasında geçen enfes olay örgüsünün arasına yerleştirilmiş felsefi yorumların, tasvirlerin, ironilerin tadına doyum olmuyor. 

Evden dışarı çıkması yasaklanmış, saf ve temiz kalpli, cinler ve periler aleminde yaşayan bir meczuptan farkı olamayan Eflatun adlı çocuğun,bir gün evde kimse yokken kendisini çağıran bir ses işitip, bu sesin kaynağını bulmak için dışarı çıkıp sokak sokak dolaşırken türlü insanlarla ve olaylarla karşılaşmasını, sırasıyla yedi kişiyi kendisini çağıran sesin sahibi olarak düşünüp yanılışını, en sonunda bir kayıkla Eminönü tarafından Galata'ya geçişini ve kendisini Galata Mevlevihanesinde buluşunu tasvir eden bölüme bir kez daha hayran kaldım.

Aslında bu bölüm, insanın hakikati, aşkı, yani Allah'ı bulmaya çalışırken hayatında yaşadığı yanılgılar serüvenini çağrıştırıyor. Kitapta daha bir çok güzel söz ve diyalog var elbet ama sanırım Galata Mevlevihane Şeyhi İbrahim Dede Efendi'nin söylediği söz de kolay kolay unutulmayacaklar arasında:
''Kusur benim imzamdır. Bir ismin olduğu sürece bir kusurum olacak ve olmalı.'' 
Ve tabi kitabın son cümlesi:
''Belki de susmak gerçeği anlatmanın tek yoluydu.''

Not: Eflatun'u anlatan yukarıdaki karikatür, Notos dergisinde yayımlanmıştı.

Tabii ben de bulabildiğim ilk fırsatta Galata mevlevihanesini, mevlevihane müzesini ve 'susmuşlar yerini' ziyaret ettim. 






15 Haziran 2012 Cuma

Kar

 mutluluk diyordum kendi kendime, mutluluk…
 uzak durup gamzelerine uzanan kıvrımlı ve kurgulu yollardan
 yani peşinden koşmadan mutluluğun
 bir söğüt gölgesinde oturup dinlenerek sevmektir seni..
 diyordum demesine fakat fark etmiyordu
 yahut fark etmezden geliyordu
 karlı bir yolculukla sürüklenirken bu ücra kente yaşlı bir magirüsle
 yanımdaki yabancının omzunda salınan uykulu utangaç başım.
 ve kendimi alamıyordum 
 bulunma ihtimalinin olduğu karlı sokaklarda yürümekten.

 kar yağıyordu ve ben,
 kedere perva etmeyen adımlarla yürüyordum sokaklarda.
 çünkü en mahzun halimde bile
 kadere ve kedere perva etmeyen yanıma alışkınım yıllardır.
 zaten hüzün bembeyazdı bu karlı sokaklarda.
 kahvehanelerde bir bardak çayla hayata tutunmaya çalışan
 yorgun, mütebessim, vakur,
 umut bekleyen çeşit çeşit yüzlerin
 ya da bir akşamüstü demledikleri çayların sıcaklığında umutlarını ısıtamayan
 intihara meyilli genç kızların hüznü, bembeyazdı içimde. 
 kar yağıyordu ve ben,
 kedere perva etmeyen adımlarla yürüyordum sokaklarda.

 bir akşam vakti aniden vakar çöker şehre.
 kemalist, laikçi, militarist tiyatrocuların uygarlık misyonu
 katleder genç İslamcıları bir tiyatro sahnesinde.
 yürümek yasaktır şimdi sokaklarda 
 ve ne kadar yağsa da kar yakıcıdır hüzün.
 şimdi kimim ben? Öylece, tam ortasında kalakaldım
 islamcıların, milliyetçilerin, Kemalistlerin, askerlerin ve tarikatçıların.
 şimdi daha da yalnızım ve seni daha çok seviyorum.

 kendim olmak için kendimden soyutlayarak kendimi
 acemice kırıp döktüm bütün aidiyet bağlarımı.
 mahallemden, şehrimden ve ülkemden, ideolojilerden
 savunduğum fikirlerden ve anti-fikirlerden
 ve aidiyet bağım olduğunda bana huzur verecek
 daha birçok şeyden soyutlanışım
 hep kendim olmak içindi.
 kendim olmak isterken hiç kimse
 yani daha doğrusu seni seven mülteci şairden başka hiç kimse olamadım.
 ondandır senden ayrı kalınca beni saran bu umarsız yalnızlığım.
 ondandır kar yağışını seyrederken odamın penceresinden
 seni aklımdan çıkaramayışım.
  **
 oysa benimle gelmek için hazırlamıştın bavulunu.
 ama sensiz ve neşesiz bir trenle ayrılıyorum bu şehirden.
 şimdi ne kadar yağsa da kar, yakıcıdır hüzün.