Biliyorum çok garip, neden sana yazıyorum ki? Belki de sana yazıyor olmamdan, yazdıklarımın tuhaflığından ürperiyorsundur, ben bile ürperiyorsam. Gönderileceği adresi belli olmayan bir mektup yazar gibiyim bir bakıma. Yazdıklarımı okuma ihtimalin yok, biliyorum. Ancak öte tarafta karşılaştığımızda sana yazılmış olduğu için okuma ihtimalini göze alarak yazıyorum. Yalnızlığımı sana yazıyorum. Yok yok garipseme beni, zira yalnızlık ülkesindeki bir mülteci için garipsenmemeli bu tavır!
Siyasi mültecilerin sığındığı kuzey ülkelerine benzeyen bir yalnızlık, seni sen olduğun için, her şeyine rağmen kabul edebilecek kadar demokrat, ancak soğuk. Baharın pek uğramadığı bir yer gibi. Özgürlüğünü doyasıya yaşıyorum kendim olabilmenin. İstediğimi konuşabiliyorum istediğim dilde. Dinleniyorum can kulağıyla büyük bir sessizlik içinde ve bütün seslerini işitebiliyorum ruhumun. Her şey beni anlıyor, anlaşılmak istediğim gibi hem de. Birilerinin umursamazlık girdabının yutmuş olduğu bazı hislerin yeniden, daha farklı ve tazelenmiş olarak yeşerdiği ruhumun bereketli topraklarıdır yalnızlık. Bir ihtiyaçtır çoğu zaman. Günlerce odamdan çıkmıyorum. ’Yeraltında’ bir sıçan gibi yaşayıp, melankolik ‘notlar’ tutuyorum. Bazen bomboş gözlerle saatlerce duvara bakıp şöyle diyorum kendi kendime; ''Dışarıda başkalarının bana çizdiği rolü oynayacağıma, kendi yeraltımda tembel tembel otururum daha iyi.'' Öğrenciymişim, Fundamentals of control systems diye bir ders varmış. Kimin umurunda? Bunlarla uğraşmayı ben seçmedim ki. Hepsi toplumun, sosyal düzenin bana biçtiği rolde akıp giderken muhatap olmak zorunda kaldıklarım. Kendimi ifade edebilmem için başka yöntemler kabul etmeyişlerinden dolayı seçmek zorunda olduğum çizgi. Zaten vicdanım sızlamasa ders çalışacağım da yok. Yine de dışarı çıkıyorum bazen. ''Dış dünyaya, bu şehre, sokaklara neden küseyim ki'' diyorum. Yorgunluk nedir bilmeden saatlerce yürüyorum. Adımlarımın ritminden kaldırımlar ruh halimi çözüyor. Yağdığında her tanesi bir arkadaş gibidir yağmurun. Ama hep sönüktür bütün ışımaları güneşin ve hep soğuk. En kalabalık caddelerden geçerken etrafımda hayaletler gelip geçiyor. Bazen de aklıma takılmıyor değil şu soru; Acaba hayalet ben miyim?
Yılların eskitemediği bir mesele kurcalıyor zihnimi: Sen kimsin, nesin? Sana olan duygularım için insanların bana öğrettiği kelimelerde, kavramlarda bir tanımlama bulamadım henüz. Kendim de bu hisleri tarif edecek bir tanımlama üretebilmiş değilim. Hayır! Doğru değil söylediklerim. Biliyorum aslında. ‘’Ne hiç kimsesin ne de hiç bir şeysin.’’ Biliyorum aslında her şeyi bakma sen, bilmezlikten geliyorum. Bir sır olarak saklıyorum sana dair bütün tanımlamaları. Bir sır olarak saklıyorum betimlenemez hislerimi. Gönlümde bir sır olarak saklıyorum, deryadan bir damlayı yüreğime serperek sonsuz deryayı, kendisini bana tanıttıranı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder